Haz ile ilgili bir konu ele alınırken, yazı başlığının Kadın ve Cinsel Yaşamı olması ayrı bir önem taşıyor. Çünkü, haz alma açısından cinsellikle erkek birlikte düşünülürken, kadın ancak cinsel yaşamın pasif katılımcısı, ya da gözü gönlü süsleyen, pornografi ve argoda yerini alan baş tacıdır.
Cinsel haz kadının da hakkıdır demiyeceğim. Zaten haklılık, haksızlık tartışıldığında, suçlular aranarak işbirliği akıllardan uzak tutulmaktadır . Bu yazıda şu sorulari tartışmak istiyorum. Kadın cinsellikten ne kadar anlar? Cinsel yaşam onu ne kadar ilgilendirir? Cinselliğin ikili yaşam içinde önemi, aksayan yönleri nelerdir? Cinsel tedavilerin etkinlik şansı nedir? Kadının cinsel sorumluluğu kimdedir? Ve cinsiyet ayırımına ‘göre yetiştirilmenin ne zararı var? Cınsel bir sorunla kliniğe başvuran bir kadının, bu sorunun ortadan kalkması süreci içinde nasıl bir gelişme izlediğini görmek bu soruları yanıtlamayı kolaylaştırıyor. Bir çiftin sevişmesinde kadın ve erkeğin tüm bedeni, fizyolojisi, psikolojik beklenti ve doyum farklılıkları gözetildiğinde, o çiftin birlikte olmaktan duydukları haz ve sevinç artmaktadır. Ancak bu durumun çabuk unutulduğu, cinselliğe gereken emeğin verilmediği de bir gerçek.
Kadın cinselliği, katlanan kadın olarak düşünüldüğünde akla monotonluk, haz olarak düşünüldüğünde olağanüstülük gelir. Oysa kadın cinselliğini, günlük yaşamın olağan hazlarından biri olarak içe sindirilmelidir. Evli, bekar, anne, nine, güzel, çirkin kadın nasıl olursa olsun yaşamı boyunca tıpkı erkeklerde olduğu gibi bireysel farklılıkları ile cinselliğini yaşar. Yaşamın her yönünde cinsellik vardır, sınır koyamayız. Cinsel gelişim kişilik gelişiminin bir parçasıdır. kadının kadınlığını, erkeğin erkekliğini tanıması, hissetmesi ve bilmesidir. Cinsel güveni insanın kendine güvenmesinden de ayıramayız. Çeşitli açılardan kendini geliştirmiş insanın kendine cinsel güveninin de olması .hiç de kötü birşey değildir.
Ancak bu, yetiştirilmeden başlıyatak kadınlarda desteklenmez. Tam tersine karşı cins iletişimini, sevgisini geliştiren bir genç kız için, ailesi, cinsel gelişimi iyi gidiyor diye sevinç duymaz. Duygularından dolayı suçluluk duyması için ne gerekirse yapılır, Ama anne- baba yine de kızlarının mutlu bir evlilik yapmasını çok arzular. Anne babalar.çocuklarına kendileri de cinsellikle gerçekte olduğundan daha az ilgiliymiş izlenimi verirler. Görünen, babaların cinsel ilgisinin annelerden çok daha fazla olduğudur. Hatta bu fazla ilgi evin dışındaki güzel kadınlaradır çoğu zaman. Anneler genel32 de erkek arzusunalkatılan veya katlanandır. Ailede cinselliğin gerek yetişkinler gerek çocuklar için yok sayılması bir cinsel eğitim şeklidir. Çocukların ilerdeki cinsel yaşam zorluklarının ilk kaynağıdır. Örneğin; annesinin sevişmeye istemiyerek katlandığını bir şekilde bilen bir çocuğun eş seçimi, cinsel tutum ve davranışları bu durumdan etkilenir. ‘ İlişkiler ve cinsellik insana sevilmeye değer olduğunu yaşatır. Bu, kadınlığın ve erkekliğin bir açıdan onaylanmasıdır.
Cinselliği tanımlamak kolay değil. Akla gelen kelimeler; haz, arzu, üreme, yaşama, aşk ve yakınlık’ dır. Montagu, iyi bir aşk ilişkisinde, iki kişinin temel gereksinim hiyerarşisinin bir hiyerarşiye doğru çekildiğini belirtir. Bir insanın diğer bir insanın gereksinimlerini kendisininmiş gibi hissetmesini birisi ile ilgilenme sorumluluğu olarak adlandırır. (Montagu, 1974). Yalo m, sağlıklı bir sevgi ilişkisinin iki kişi arasında var olan mesafenin bağlanması olduğunu söyler ve şunu ekler. “Yaşamda yalnızız, başkaları ile kurduğumuz bağlantılar bize güven verir. Bu da yalnızlığımızı daha kabul edilir bir şekilde karşılama yetisi verir bize”. (Yalom, 1975) Çift ilişkilerini duygusal ve narsisistik kaynaklar etkilemektedir. ilişkilerde sıcaklık, korunma, aşk, cinsellik ve yakınlık yaşanır. (Çift ilişkilerinde) Araya giren olaylar maddi doyum sağlayan kaynaklardan çok daha fazla risklidir, çünkü kırılganlıklar fazladır. Gerçekçi mesafeler yaratıldığı sürece sürekli ilişkide yoğun cinsellik mümkün olabilir. Cinsel sorunlar ise insana haz ve doyum kaybetmekten öte bir ızdırap verir. Bunlar, sevilmeme korkusu, terkedilme korkusu ve yalnızlık korkusudur. İnsanın kendine güveni sarsılır. Küçük düşme, gururu incinme duygusu, kişide kadınlığına ve erkekliğine kötü davranılmışlık duygusu uyandırır. Cinsel sorunlar eskiye göre ne azaldı ne de çoğaldı. Ama ilişkiler şimdi cinsel sorunlara karşı çok kırılgan. İnsanlar cinselliğin önemini daha çok farketmeye başladılar ve edilgen bir şekilde sorunu sürdürmeye gitmiyorlar. Son yıllarda yaygın olan cinsel tedaviler aşk yaratmaz, fakat çoğunlukla tedavi sürecinde aşkı ifade etme yolunu açar, savunmaları ve aşkı engelleyen şeyleri kaldırabilir. (Arentewicz-Schmidt, 1983). Cinsel işlev bozukluklarından söz ederken, cinsel ilgi ve tepkinin birkaç aydan beri (3-6) değişmesi ve düzelmemesi olarak tanımlıyabiliriz. Akla gelen şu soru özellikle kadınlar için merak ve endişe konusudur. Cinsel sorunların nedenleri ve çareleri ne olabilir? Bu soruyu yanıtladığımızda, sorunun tek sorumlusunun yakınan kişi olmadığını görürüz. Cinsel aksaklıklar cinsel çatışma, endişe, kitlenme, yanlış ve eksik öğrenmenin bir ifadesidir.
Birçok neden cinsel sorunlara yol açabilir. çoğu zaman bir cinsel sorunun birden fazla nedeni vardır. Tek başına bir neden, bir cinsel sorunun gelişmesini açıklıyamaz. Olsa, olsa tetiği çeken olaydır. Çeşitli nedenlerin karmaşık ilişkisi cinsel sorunları başlattığı gibi düzelmesini de güçleştitir. Geniş anlamda cinsel aksaklıkların nedenleri psikolojik ve fizikseldir. (Kaplan, 1974) Özellikle toplumumuzda hekim cinsel bir yakınmanın psikolojik olduğunu söylediğinde sanki “birşeyin yok” anlamı çıkarılır. Zaten bu söyleyiş biçiminde çoğu zaman “önemli değil” vardır. Dolayısı ile ruhsal tedaviden hızlı sonuçlar beklenir. Genelde eşler, özellikle de erkekler ruhsal sıkıntıları hafife alabiliyorlar. Bazan bir, iki görüşme ile oneriler ışe yarar. Ancak kısa danışmanlığın yeterli olmadığı durumlarla daha sık karşılaşıyoruz. Bir süreden beri devam eden bir cinsel soruna bir, iki öneri, nasihat veya telkinin çoğu zaman yararı olmaz. Çünkü cinsel tedavi soruna değil, ilişkiye yönelik olmalıdır. İnsanın keyfi, keyifsizliği, tutum ve davranışları genel ilişkiyi olduğu gibi cinsel ilişkiyi de etkiler. Bazı cinsel sorunların kendiliğinden düzeldiğini herkes kendi yaşamından bilir. düzelme veya değişme geciktiğinde gerçekten o güçlükleri ele almak yerinde olur. Oysa yaygın beklenti, cinsel sorunu, zaman içinde eşlerin kendilerinin çözeceğidir. Belli bir zaman için bu gerekli ve geçerli olsa bile, yine de yardım istememe konusunda çok ısrarlı olmamak gerekir.
Kendi toplumumuz söz konusu olduğunda, cinsel bilgisizlik şaşırtıcı boyuttadır. İnsanın kendisi ve birlikte olduğu kişinin cinselliği ile ilgili bilgilenmesi cinsel yaşamı daha nitelikli bir hale getirecektir. Kadının bir cmsel sorunu olduğunda, daha doğrusu kadının cinsel sorunu çiftiri farkına varacağı açıklıkta ise genel tutum şudur. Neredeyse erkeğe kendini, erkekliğirıi İspatlamak için bir fırsat çıkmıştır. Eşine cinselliği tanıtacak, sevdirecek ve sorunu da mutlak bir gün çözecekler. Bu temenni çoğu zaman kadının yıllarını alır. Ve neticede iki tarafın “haklı” olarak damgaladığı isteksiz, soğuk kadın tipi ortaya çıkar. Bir cinsel sorunun psikolojik olması akla neler getirir? Bu nedenleri üç başlık altında toplayabiliriz. 1- Cinsel soruna yatkınlık yaratıcı etkenler: Bunlar yaşamın ilk yıllarındaki deneyimlerdir. Yetiştirilme şeklini, bozuk aile ilişkilerini, yetersiz veya yanlış cinsel bilgileri, travmatik cinsel deneyimleri etken olarak sayabiliriz. 2- Cinsel sorunu başlatıcı etkenler: Doğum sonrası, eşler arasındaki genel ilişki bozukluğu, eşde cinsel işlev bozukluğu, sadakatsizlik, organik hastalıklara tepki, yaş, depresyon ve kaygı, travmatik cinsel deneyimler, cinsel bir sorunun ortaya çıkmasında etkili olabilirler. 3- Devam ettirici etkenler: Sorunun sürmesinde veya daha kötüye gitmesinde cinsel soruna duyulan psikolojik tepki, tavır ve diğer gerginliklerin rolü söz konusudur. Performans endişesi, başarısızlık korkusu, suçluluk duygusu, eşler arasında çekiciliğin kaybı, genel ilişkideki bozukluklar, yakın ilişkiye girme korkusu, yetersiz cinsel bilgi, cinsellikle ilgili kalıp yargılar, kısıtlı ön sevişme, psikiyatrik hastalıklar ve kendini yeterince tanımama.(Hawton, 1975) 15 yıldan beri İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Psikoterapi ve Nevroz Biriminde cinsel tedaviler ve evlilik tedavileri gelişerek sürmektedir.
Yılda ortalama 300 kişinin doğrudan bu sorunlarla bize başvurması sevinilecek bir olaydır. 1970’lerde Masters ve Johnson’un ortaya attığı kısa fakat etkin bir te36 davi şekli olan “seks terapisi’ni daha geniş kapsamlı, çok yönlü bir yaklaşım içinde, genel psikoterapi ilkelerini cinsel alanda kullanmak şeklinde uygulamaktayız. (Masters W., Johnson V, 1970). Tedavi biçimleri, bireysel tedavi, çift tedavisi, evlilik tedavisi ve benzer sorunları paylaşan homojen grup psikoterapileridir. Kadın cinsel sorunları başlıca; cinsel arzu eksikliği, uyarılına süre ve gücünde yetersizlik, orgazm sorunları, vaginismus (vajina kaslarının istemsiz kasılması ile girişe imkan vermemesi), ağrılı cinsel ilişki ve orgazm sonrası tepkiler (iç sıkıntısı, huzursuzluk, uyku bozukluğu, ağlama nöbetleri vs.) olarak toplanabilir. Erkek cinsel sorunları da benzer şekilde; cinsel arzu eksikliği, ereksiyon güçlüğü, erken boşalma, geç boşalma veya boşalamama, ağrılı boşalma, ağrılı cinsel ilişki ve orgazm sonrası tepkiler olarak ayrılabilir.(Arentewiez-Schmidt, 1983; Hawton, 1985). Sık görülen eşler arası sorunlar da başlıca şunlardır: Eşler arasında iletişim eksikliği veya yokluğu, Doyurulmamış duygusal gereksinimler, Cinsel hoşnutsuzluk, Ekonomik tartışmalar, Sadakatsizlik, Çocuk konusunda tartışma, Baskıcı veya şüpheci eş, Eşlerin yakın akraba problemleri. Cinsel hoşnutsuzluk, evlilik anlaşmazlığında 4’cü sırayı almaktadır ve diğer problemlerle en fazla ilişki içinde olandır (Hawton, 1989) Yine evlilik problemlerinde % 75 cinsel problemler, cinsel problemlerle gelen hastalarda % 70 evlilik problemi bulunmuştur (Hawton, 1989). Cinsel tedavinin uygun olduğu durumları kısaca şöyle özetleyebiliriz: Eşlerin uzun süreli cinsel sorunlarının olması. Kendi çabaları ile sorunu halledememiş olmaları. Temelde psikolojik etkenlere bağlı bir sorun olması. Eşler arasındaki ilişkinin bütününü tehdit edici olması. Tedaviye engel olan durumlar da şu başlıklar altında toplanabilir: Ciddi evlilik sorunu, Evlilik dışı ilişki, Önemli psikiyatrik hastalıklar, Alkolizm, Gebelik, Yeterli isteğin olmaması, Yeterli zaman ayırma koşullarının olmaması (Kaplan, 1974). Bizdeki tedaviler sırasında gözlenen ve tedavi sonuçlarını etkileyen kadın ve erkek farklılıkları dikkat çekiciydi (Kayır, 1989). Cinsel tedavilerden kadının erkeğe oranla daha çok boyutlu yararlanabildiği görülüyor.
Kadın psikoterapi sırasında eşler arasında kurulmaya çalışılan iletişimin cinsel yaşamındaki yerini daha çabuk kavrıyor. Oysa erkek ruhsal nedenlerin cinsel sorunlara yol açabileceğine kolay inanmıyor. Eşlerin birbirlerine olumlu geribildirim vermeleri çok önemli olduğu halde, çoğu zaman bu ihmal ediliyor. özellikle kadının cinselliği ile ilgili beğenilen bir özellik neredeyse hiç belirtilmiyor. Çiftler, özellikle de kadınlar cinsel tedaviden sonra yararlandıklarını genellikle, “aramızda ortak bir dil kuruldu” şeklinde dile getirmektedirler. Daha güzel ve duygulu seviştiklerini söylerken, cinsel organların hazzından çok, tüm bedene yayılan hazzı kasretmektedirler. Kırma, kırılma korkusu olmadan, savunmalara sığınmadan konuşabilmektedirler. Bize en fazla başvuran ve tedaviden yararlanan grup, cinsel birleşmeyi uzun evlilik yıllarına rağmen henüz tamamlayamamış olanlardır(I,2, Cinsel istek azlığı, uyarılamama sorunu ile bıze ba vuran çoktur .. Ancak eş işbirliği iyi olmadığı, bu zaman ciddi evlilik çatışması olduğu için tedavıyi sürdürme şansımız düşük olmaktadır. Eşinin isteksizliğine düzelmesi imkansız gözüyle alaylı bir tebessümle bakan eşlerin sayısı hiç de az değildir. Genellikle bu çiftlerin evlilikleri bir tarafın cinsel sorunla engellendiği için, düzelme girişimleri sabote edilir'”. özellikle cinsel isteksizlik anadan doğma, baba evinden getirilmiş bir eksiklik olarak kadının yüzüne vurulur. Soğuk kadın olmayı üstlenmiş birçok kadın, kısa bir tedaviden sonra sevişmeye ısındığında çok sevinir. Kendine güvensizliği kısa zamanda ortadan kalkar. Sosyal ilişkileri düzelir, iş verimi artar. Ancak eşi her zaman böyle bir gelişmeye hazır olmayabilir. Desteklemeyi sürdüren erkeklerin sayısı çok değildir. Burada kadının yapacağı şey, sevişmeyi istememeyi alış-kanlık haline getirmemesidir.
Bir çalışmamızda cinsel sorunla bize başvuran 60, nevrotik yakınmayla gelen 30 kadının sadece üçü sevişme sıklığını fazla bulduklarını bildirmişlerdir'”. Cinsel aksama olsa bile kadınlar sevişme ve yakınlaşma azlığından hoşnut değillerdi. Orgazm sorununda ise şu öğe çarpıcıydı. Flört veya nişanlılık döneminde cinsel birleşme olmaksızın sevişmede orgazm olan kadınların bir kısmı evlenince gıderek orgazm olamadıklarını belirtmektedirler. Bunu cinsel ilgilerinin azalması olarak yorumlasalar bile, esas neden, evlendikten sonra sevişmenin ana hedefinın bırleşmeyle orgazma yönelmesidir. Tüm çalışmalarımızda, cinsel birleşmeyi tamamlayamamış evli kadınların yüksek oranda orgazm olduklarını saptadık'”, Aslında tüm orgazmların klitorisle bağlantısı vardır. Kadının cinsel birleşmeyle orgazm olması erkekle karşılaştırıldığında, fizyolojik nedenlerle daha zor, fakat imkansız degildir. Sorun haline getirilmedikçe, kadın daha az orgazmla da sevişmeyi doyurucu yaşayabilir. Uyarılma güçlüğünü kadınlar, orgazmı kastederek “tatmin olamıyorum” şeklinde yanlış ifade etmektedirler. Yine burada hedef orgazm oldugu halde orgazma götüren basamaklar atlanır. Cinsel tedavilerin bir kısmı cinsel bilgilendirmedir. Tedavilerde kadın ve erkekteki anatomik, fizyolojik ve psikolojik farklılıkların çifte anlatılması özellikle cinsel egitim in olmadığı toplumumuzda çok gerekli ve yararlı olmaktadır. Herhangi bir aksamadan söz edilse bile, insan cinselliginde en önemli boyut “cinsel doyumdur”.
Bir cinsel ilişki içinde kişinin doyumu sadece aksamanın olup olmaması üzerine dayandırılamaz. Doyum ilişkinin cinsel ve cinselolmayan diger yanları ile düşünülmelidir. Sevilen ve hoşlanılan bir eşl e sevişme ile bu duyguların güçlü olmadığı durumlar arasındaki fark açıktır. Cinsellikte sevgi hala önemli. Karşılıklı duygulanım yaşam kalitesini başlı başına degiştiren bir ögedir. Karşılıklı dokunma ile uyanma insanlar arasında duygusal bir bag kurar. İnsan kendisini okşayan kişiye sevgi ile tepki verir. Sıcak dokunmalar yakınlığı ve karşılıklı oluşu artırır. Belli bir çatışma yok ise okşama birçok insanda zevkli duygular uyandırır. Cinsel sorunla gelen çiftlerde, sorun ne olursa olsun, cinsel birleşme ve orgazma ara vererek, karşılıklı okşama önerildiğirıde, uygulamada başarısızlık duygusu kalkar. Çünkü cinsel endişeler azalır ve zevkli tepkiler pekişir (Kaplan, 1987). Burada İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim dalı psikoterapi Biriminde yapılmış birkaç çalışmanın ozetını vermeyııstıyorum. 1989 yılında vaginismus yakınmasıyla bize başvuranların çokluğu ve vaginismus’un oluşumunda yetiştirilme ve toplumsal ögelerin baskırılığı nedeniyle, iki gruba ilk defa çift terapi yerine grup terapisi uyguladık'”.
Preorgazmik kadın grupları bize örnek oluşturdu (Barbach 1974, Spencer 1985). Sekiz aylık araştırmasüremiz içinde biri 6, diğeri 8 kişiden oluşan iki kadın grubunu iki kadın terapist yürüttü. Evli fakat cinsel birleşmeyi kaçınmalar nedeniyle tamamlıyamamış kadınların yaşları 16-30, evlilik süreleri 3 ay – 11 yıl olup toplam 14 kişiydiler. 10 seanstan oluşan grup terapilerinde ağırlıklı olarak toplumumuza ve kadına özgü aşağıda belirtilen konular gündeme geldi. Yetiştirilme şekli, aile tutumu, bakireliğin evliliğe kadar korunması zorunluluğu, evleninceye kadar yerleşmiş davranış ve düşünüş biçimine uygun olarak kadının bakire oluşundan vazgeçmemesi, kadın için namus kavramı, ilk geceye ilişkin gerçeğe uygun olmayan iyi veya kötü olağanüstü beklentiler, fobik kaçınmalar, eşlerin ve ailelerin bu sorun karşısındaki tutumları, cinsel zorlukların evrenselliği, evli kadın imajı v.s. Tedavi sonunda 14 kadının 10’u düzeldi. Sorunun ortadan kalkması kadar, kadınların bilinçlenmesi, bilgilenmesi, güvenlerinin gelişmesı de aynı derecede çarpıcıydı.
Bizi umutlandıran nokta, sorunu nedeniyle yetersizlik duygusu yaşayan kadının sorumluluğu üstlenip erteleyici tutumdan vazgeçmesi ve güçlenerek tedaviyi yönlendirmesiydi. Sonuç olarak, cinsel işlev bozukluğu gruplarını, cinselliğin tabu oluşuna esneklik kazandırdığı, kadının kendini ve diğerlerini değerlendirme imkanı verdiği için, iyi bir cinsel eğitim alanı olarak görüyoruz. Dolayısı ile memnuniyetle uygulamaya devam ettiğimiz bu tedavi modelinin benimsenmesini öneriyoruz. 1990 yılında yaptığımız bir çalışmaya, Psikoterapi Birimine cinsel sorunlarla başvuran kadın ve erkekler alındı. Amaç bir yıllık cinsel sorun başvurusu ve tedavisi dökümünü vermekti'”. Cinsel sorunlarla başvuranların sayısı toplam 161 (82 kadın, 79 erkek idi. (Tablo 1). Kadınların % 96’sı (1 bekar) erkeklerin ise % 56’sı (17 bekar) evliydi. 73 evli kadının 26’sında ‘evlilik problemi vardı. 56 evli erkeğin 35’inde eşlerinin cinsel tutumuyla ilgili yakınmalar vardı. 73 kadının 42’sinde eşi ile ilgili cinsel yakınma vardı. Bu yakınmalar sırasıyla erken boşalma (20 kişi), istenmeyen cinsel tutum (14 kişi) ve ereksiyon zorluğuydu (8 kişi). 76 kadının yarısından çoğu birleşmesiz orgazm oluyordu. Uyarılamama sorunu ile gelen 2 evli kadında, yakınmanın homoseksüel ilgiyle ilişkili olduğu düşünüldü ve cinsel tedavi önerilmedi. Ön sevişme süresi, vaginismus ile başvuranların % 60’ında 10 dakikadan fazla, cinsel isteksizlik yakınması olanların % 70’inde ise 10 dakikadan az olarak bulundu. Bu süre anorgazmik kadınların % 50’sinde 15 dakikanın üstündeydi. Cinsel sorunla başvuranların evlilik yılları bir yılın altında ve on yılın üstündeydi. 42 Tedavi Sonuçları: Vaginismusu olan 18 kadına grup terapisi uygulandı. Tedaviye devam edenlerin % 61’i düzeldi. Cinsel isteksizlik ve anorgazmi sorunu olan toplam 15 kadının 3’ü düzeldi.
Bireysel/Çift tedavilerinde de 22 vaginismus olgusunun %68’i düzeldi. Cinsel isteksizliği olan 11 kadının 2’si, anorgazmi sorunu olan 8 kadının l’i düzeldi. Kadınlarla erkeklerin eşit oranda başvurmaları, bizim için ilgi çekiciydi. Ancak vaginismus başvuranlarının fazla oluşu kadın başvuru oranını yükseltiyordu. Bir batı çalışması ile karşılaştırdığımızda, birleşme sorununun Türkiye’de yüksekliği görülüyor (Tablo 2). Kadınlarda 1 bekar, erkeklerde ise 17 bekar başvurmuştu. Bu oran da yine kadınların evlenmeden önce cinselliklerinden haberdar olmadıklarını açıklıyor. Yine kadınlarda 44 yaşın üstünde başvurunun olmayışı, kadının evlilik öncesi cinselliğini yok sayması olarak düşünülebilir. Kadın ve erkeklerde eşlerine ilişkin cinsel yakınma oranlarının yüksek oluşu, cinsel bir sorunun yüksek oranda eşten bağımsız olmayacağını düşündürüyor.
Kadınların yarıdan çoğunun orgazm olması vaginismus olgularının yüksek olmasına bağlıydı. ‘Bu da en kısa zamanda cinsel birleşmeye yönelik sevişmelerde kadınların neden orgazm olmadıklarını açıklıyor. Sevişme süresi, anorgazmik kadınlarda en uzundu. Bu, kısa sevişme ile orgazm olmama arasındaki bağa ters düşüyor sanılabilir. Ancak bunu şöyle açıklıyabiliriz. Anorgazmik olan kadınların çoğu eşlerinin anorgazmisinden yakınan erkeklerin de birçoğu uğraş1991’de toplam 90 kişi olan üç grup evli kadında (cinsel sorunla başvuran, nevrotik yakınmayla başvuran, hiç hastane başvurusu olmayan) yerleşik cinsel inanışları araştırdık'”. Tablo 3’de görüldüğü gibi 18 ta’ne doğru olarak yerleşmiş kalıp yargılar var. İtemlere doğru yanıtı verildiğinde cinsel mitlere inanış puanı yüksek olmaktadır. Dikkatimizi çeken bazı bulgular şöyle: En yüksek puanları alan “sevişme her zaman doğal ve kendiliğinden olmalıdır. Hakkında düşünmek ve konuşmak onu bozar” ifadesi ilk bakışta olumsuz yük barındırmamaktadır. Bu inarıışın yüksek olması istenene özlem niteliği taşır görünmektedir. “Sevişme ancak iki tarafın birlikte orgazm olması ile güzeldir” de her üç grupta yüksek puan almıştır. Bu sonucu yine bir önceki cümle gibi yorumlıyabiliyoruz.
Üçüncü en yüksek puanı “erkek her zaman sekse hazırdır ve seks ister”, ifadesi toplumda bu konuda yerleşmiş bir inancı temsil etmekte ve bu inancın kadınlar tarafından da pekiştirilmesini sergilemektedir. 1991-1992 tarihleri arasında vaginismus yakınması ile bize gelen kadınların kişilik yapısını araştırdık'”, Bir buçuk yılda bize başvuranların sayısının 100 oluşunun (İstanbul’un bir tedavi biriminde) bizce alarm değeri vardır. Batı bulguları vaginismusu nadir olarak belirtiyor (Arentewicz, 1983, Masters-Jhonson 1970) Oysa 1986 yılından beri yaptığımız kadın cinsel sorunları çalışmalarımızda sayılar bize nadirin tersini göstermiştir. Bakirelik ve kızlık zarı Türkiyede hala çok ‘Önemli. Yetişkin kadınların cinselliklerini tam yaşayamamalarından kendilerini mi sorumlu tutacağız? Ruh sağlıkçıları olarak hastalanmadan önlem almak tedaviden daha kazançlıdır. çocuğun ve özellikle kız çocuğu44 nun cinselliğinin bastırıldığı bir yetiştirme biçiminde vaginismus olgularının sayısının azalmayacağını düşünüyoruz. 1992-1993 yılında yaptığımız bir çalışmada, cinsel birleşmeyi henüz gerçekleştirememiş kadınların eşlerini değerlendirdik. Bu erkeklerin problem çözmeye yönelik aktif tutumlarının genelolarak yetersizliği dikkat çekiciydi.
Tedavi ilerlediğinde sorunun çözümündeki sorumlulukları artmaya başladığında bu sorumluluğu almak istemiyorlardı. Başarı / başarısızlık korkusuyla karşılaşmaktarısa sınırlı cinsel hazzı tercih etmeye istekli oluyorlardı. Bir cinsel sorunun uzun sürmesinde eşin cinsel çekimi, tutumu, davranışları ve kişilik özellikleri önem taşımaktadır. (ıo).
SONUÇ: Önemli bir soru da, kadının cinsel sorumluluğunun kimde olduğudur. Daha doğrusu kadının cinsel açıdan zevk alma sorumluluğu kendisinde midir? Böyle bir soruyu erkek için sormuyoruz. Çünkü erkek doğuşundan ilişkiyi hem bilir hem de eşine öğretecektir. Kendi bedenine yabancı yetiştirilen kadın, bir şekilde kendi cinsel potansiyelini tanıma konusunda da tembel davranmaktadır. Eşinin damgalamalarının etkisinde kalarak kendisini keşfetme sorumluluğunu yine ona bırakır. Burada yanlış olan, kadının kendisini erkekle karşılaştırıp uyarılma ve orgazm açısından kendisini peşinen geride kabul etmesidir. Türkiyede kadınların çoğunluğu ilk cinsel yakınlığı yaşadığı erkekle evlidir. Cinselliği onunla öğrenir ve geliştirir.
İlişki uyumlu olduğunda, mesele yok, fakat aksaklıklar olduğunda, bunlar kadının aleyhine kullanılır. Önerim, kadının kendi cinsel uyanış, arzu ve tad alışlarıyla yakından ilgilenmesidir. “Ben cinselliğe fazla meraklı değilim” demeyip sevişmemeyi alışkanlık haline getirmemesidir. Mesele cinselliğe meraklı olup olmamak değil, yaşanan hayatta ulaşılabilir olan tadlarla yaşamı daha nitelikli kılmaktır. Bu da yine insanın kendisiyle ilgili önemli bir sorumluluktur. Kadın cinsel sorumluluğunu yüklenmediği zaman ne gibi sorunlar çıkıyor? Öncelikle kadının cinsel keyfi istediği yönde gitmiyor. Cinsel doyumsuzluk var ise bu sürüp gidiyor. İstemiyerek sevişmeler sonunda eşte de cinsel sorunlar çıkmaya başlıyor. Eş ilişkisi bozulabiliyor, biriken kızgınlıklar, karşılıklı suçlamalarla düşmanlık duygularına dönüşüyor. Ve sonu gelmeyen 46 kavgalar, alınganlıklar. Aynı evde biribirine kapalı çiftler. Cinsiyet ayırımına göre yetiştirilmenin ne zararı var? Cinsiyet ayrımına göre yetiştirilmenin iki tarafın biribirine yakınlaşmaması gibi bir zararı var. Kadın cinsel rolleri pasif olmayı gerektirirken, erkeğin de cinsel açıdan aktif ve yönlendirici olması bekleniyor. (Stock 1984) İnsanların bireysel farklılıkları gözardı edilerek, kadın ve erkek için biçilmiş kalıplara göre davranmalarının istenmesi bir zorlamadır ve ardından da zorlanmayı getirir. İnsanın doğallığını kalıplara bastırmak, gizlemek, örtülü tutmak olsa olsa bireyin kendisini tanımasını zorlaştırır.
Kadın ve erkek arasındaki ilişkiye sanki iki taraf biribirini anlayamıyacakmış gibi uzaklıklar konur. Bu tür kalıp yargılara göre davranmak insana bazan kolay da gelir. Birey, yanlış, eleştirilecek birşey yapmıyordur. Esasında, insanın kendini en gevşek, en içten, en olduğu gibi bırakacağı yerde, yani sevişmede hesap kitaplarla uğraşmak gerçek bir yapayIıktır. Bilinçlendikçe, şunu artık iyi biliyoruz. Ne kadınlar yakıştırıldığı gibi zayıf ne de erkekler kendilerinden beklendiği gibi güçlü. Zayıflık; yani neredeyse daima birilerinin yardımına gereksinim duyma. Genelde kadının bir erkeğin desteğine, güvenine gereksinim duyması. Bağımsız kararlar alan ve uygulayan birisi olmaması. Erkeğin güçlü oluşu, korku, üzüntü, endişe gibi insanın ne yapacağını, nasıl davranacağını, nasıl karar alacağını bilemediği bir durumda kendisini göstermemesi. Aslında “güçlü” erkekle “zayıf’ kadının eli kolu bağlı. Biri yapay saldırgan, sert, diğeri de yapay edilgen, boyun eğen. Bu durumda bu tür kalıpları benimseyen, birlikte yaşayan çiftlerin birbirine açık ve dürüst olmadığı da söylenebilir. İşbirliğinin destekleneceği ikili ilişkilerde, gerek saldırarak, gerek geri çekilerek, susarak iki tarafın da kendisini korumaya aldığı yerde yakınlık gelişebilir mi?
Yazar: Doç.Dr.Arşaluys KAYIR